İçkinlik ve Aşkınlık Ne Demek: Varlığın Konumu Üzerine Felsefi Bir Ayrım

Felsefe tarihinde Tanrı, mutlak ilke veya varlık fikri tartışılırken en temel ayrımlardan biri, bu varlığın dünya ile olan ilişkisi üzerinden yapılır. Bu bağlamda içkinlik (immanence) ve aşkınlık (transcendence) kavramları, yalnızca metafizik birer terim değil; insanın evreni, kendisini ve anlamı nasıl konumlandırdığını gösteren iki farklı düşünme biçimini temsil eder. Bu iki kavramı, bir tür “yerleşim planı” gibi düşünmek mümkündür: Varlık ya evrenin içindedir ya da evrenin dışında ve üstündedir.

Bu ayrım, Tanrı tasavvurundan doğa anlayışına, ahlâk teorilerinden bilgi felsefesine kadar pek çok alanı doğrudan etkiler. Dolayısıyla içkinlik ve aşkınlık meselesi, soyut bir metafizik tartışmanın ötesinde, insanın dünyayla kurduğu ilişkinin felsefî temelini oluşturur.

İÇİNDEKİLER

  1. İçkin Varlık Anlayışı (Immanence)
    1. Nerededir?
    2. İlişkisi nasıldır?
    3. Günlük bir benzetmeyle:
  2. Aşkın Varlık Anlayışı (Transcendence)
    1. Nerededir?
    2. İlişkisi nasıldır?
    3. Bilgi Notu: İçkinlik mi, Aşkınlık mı? Kutsal Metinlerin Konumu
    4. Günlük bir benzetmeyle:
  3. İki Yaklaşım Arasındaki Temel Fark
  4. Sonuç Yerine

İçkin Varlık Anlayışı (Immanence)

İçkinlik, bir varlığın veya ilkenin, içinde bulunduğu sistemden ayrı düşünülememesi anlamına gelir. İçkin bir varlık, evrenin dışında konumlanmaz; aksine evrenin kendisiyle özdeştir ya da onun her zerresine nüfuz etmiştir.

Nerededir?

İçkindir; yani sistemin tam içindedir. Zamanın, mekânın ve maddî gerçekliğin dışında bir konumu yoktur.

İlişkisi nasıldır?

İçkinlik anlayışında “yaratan–yaratılan” şeklinde kesin bir ikilik söz konusu değildir. Evren ile ilke arasında ontolojik bir mesafe bulunmaz. Varlık, doğanın kendisi olarak düşünülür ya da doğada tezahür eder.

Bu yaklaşımın en bilinen örneklerinden biri Baruch Spinoza’dır. Spinoza’nın meşhur ifadesiyle “Deus sive Natura” (Tanrı ya da Doğa), Tanrı ile evrenin aynı gerçekliğin iki farklı adı olduğunu ifade eder. Spinoza’ya göre Tanrı, evreni dışarıdan yaratan bir fail değil; evrenin zorunlu varlık nedeni ve kendisidir. Bu nedenle Tanrı’yı evrenden ayrı düşünmek anlamsızdır.

İçkinlik düşüncesi, özellikle panteist ve kısmen panenteist yaklaşımlarda belirgindir. Burada Tanrı, evrende “dağılmış” ya da evrenle özdeşleşmiş bir ilke olarak tasavvur edilir.

Günlük bir benzetmeyle:

İçkinlik, bir pastanın içindeki şeker gibidir. Şeker pastanın dışında değildir; her lokmada vardır ve pastanın doğasını belirler. Şekeri pastadan ayırdığınızda, artık aynı pastadan söz edemezsiniz.

Bu yaklaşımın felsefî sonucu şudur: Eğer ilke evrenin içindeyse, kutsal olan ile sıradan olan arasındaki sınır büyük ölçüde ortadan kalkar. Doğa, başlı başına anlamlı ve kutsal hâle gelir.

Aşkın Varlık Anlayışı (Transcendence)

Aşkınlık, bir varlığın dünyadan, maddeden ve insan algısından tamamen bağımsız olması demektir. Aşkın varlık, evrenin bir parçası değildir; evreni var eden, fakat onunla özdeşleşmeyen bir konuma sahiptir.

Nerededir?

Zaman ve mekânın ötesindedir. Fiziksel evrenle aynı düzlemde bulunmaz.

İlişkisi nasıldır?

Aşkın varlık dünyayı yaratmıştır, fakat dünya O’nun bir parçası değildir. Evren değişir, bozulur, yok olur; aşkın varlık ise bu değişimlerden etkilenmez.

Bu anlayış, özellikle tektanrılı dinlerin (İslam, Hristiyanlık, Yahudilik) Tanrı tasavvurunda merkezîdir. Bu gelenekte Tanrı, “yaratılmış olan” ile kesin bir ontolojik ayrım içindedir. İslam düşüncesinde bu ayrım, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ 11) ilkesiyle netleştirilir. Tanrı, evrenin içinde çözülmez; evren O’na muhtaçtır, O ise evrene muhtaç değildir.

Bilgi Notu: İçkinlik mi, Aşkınlık mı? Kutsal Metinlerin Konumu

Kutsal metinlerde Tanrı–evren ilişkisi, içkinlikten ziyade bilinçli bir aşkınlık üzerinden kurulur. Tanrı, evrenin içinde eriyen bir ilke olarak değil; evreni var eden, ona ölçü koyan ve ondan bağımsız bir irade olarak tanımlanır. “Çömlekçi–çamur” benzetmesi (Yeremya 18:1–6), bu ayrımı açık biçimde ortaya koyar: Yapılan şey, yapanla aynı ontolojik düzlemde değildir.

Kur’an’da ise aynı vurgu, benzetmeden çok yaratılış diliyle yapılır; insanın çamurdan yaratılması (Hicr 15:26), şekil verilmesi (Secde 32:7) ve ilahî emirle var edilmesi (kün, Yâsîn 36:82) bu aşkınlığı temellendirir. Bu yaklaşımda Tanrı, evrenle ilişkilidir; fakat evren Tanrı’nın kendisi değildir. Böylece kutsal olan, doğayla özdeşleşmez; doğa, kutsalın eseri olarak anlam kazanır.

Felsefe tarihinde Platon’un İdealar Dünyası da aşkınlık fikrine örnek olarak gösterilir. Platon’a göre hakiki gerçeklik, duyularla algılanan fiziksel dünyada değil; onun ötesinde bulunan değişmez idealar âlemindedir.

Günlük bir benzetmeyle:

Aşkınlık, bir ressam ve tablosu arasındaki ilişkiye benzer. Ressam tabloyu yapar, ona anlam yükler; fakat ressam tablonun içinde yaşamaz. Tablo zarar gördüğünde ressamın varlığı zarar görmez.

Bu yaklaşımda kutsal olan, doğrudan doğayla özdeş değildir; doğa kutsalın eseri olarak değer kazanır.

İki Yaklaşım Arasındaki Temel Fark

İçkinlik ve aşkınlık arasındaki temel fark, varlık ile evren arasındaki mesafe anlayışında yatar. İçkinlik bu mesafeyi sıfıra indirirken, aşkınlık bilinçli olarak bu mesafeyi korur. Biri bütünlüğü, diğeri ayrımı vurgular.

Bu fark, yalnızca Tanrı anlayışını değil; insanın sorumluluk duygusunu, ahlâk anlayışını ve hatta özgür irade tasavvurunu da etkiler. İçkinlikte insan, ilkenin bir parçası olarak düşünülürken; aşkınlıkta insan, kendisine hitap edilen, muhatap alınan bir varlık konumundadır.

Sonuç Yerine

İçkinlik ve aşkınlık, basitçe “Tanrı nerede?” sorusuna verilen iki farklı cevap değildir. Bu kavramlar, insanın evreni nasıl anlamlandırdığını, kendisini nerede konumlandırdığını ve anlamı nerede aradığını gösterir. İçkinlik, anlamı evrenin kendisinde bulurken; aşkınlık, anlamı evrenin ötesinde temellendirir.

Felsefe tarihinde bu iki yaklaşım çoğu zaman karşı karşıya getirilmiş olsa da, bazı düşünce geleneklerinde ikisini birlikte düşünme çabaları da vardır. Bu durum, insanın sınırlı algısı ile sınırsızlık fikri arasındaki gerilimin hâlâ canlı olduğunu göstermektedir.